VURAL KÖSE / GÜNAYDIN ADANA

Sağlık Bakanlığı’nın aile sağlığı merkezlerinde (ASM) görev yapan aile hekimlerine ve hemşirelere Cumartesi günleri acil servislerde nöbet tutturmak istemesine karşı çıkan sağlık çalışanları ikinci kez iş bırakma eylemine hazırlanıyor. 12 Aralık’taki grevin yüzde 90 katılımla gerçekleştiğini dile getiren Adana Tabip Odası Aile Hekimliği Komisyonu Başkanı Dr. Yaşar Ulutaş, ASM çalışanlarına nöbet uygulamasının anayasaya, İLO sözleşmesine, Avrupa Sosyal Şartı’na aykırı olduğunu söyledi.

 

BİZİM DE BİR AİLEMİZ VAR

Aile hekimlerinin poliklinikte hasta muayene edip reçete yazmanın dışında gözle görülmeyen birçok sorumluluğu bulunduğunu aktaran Dr. Ulutaş, tüm dünyada haftalık çalışma süresinin günlük 8, haftalık 40 saat olduğuna dikkati çekerek, “Böyle bir çalışma sistemi ‘sizin bir aile hayatınız, eşiniz dostunuz, akrabanız, anneniz, babanız olmasın. Onları hiç ziyaret etmeyin. Düğününüz, cenazeniz  olmasın’ demek. Verecekleri nöbet ücretinde de değiliz. Bizim de bir ailemiz var. Aile saadetimizle oynamayın” dedi.

 

AİLE HEKİMLİĞİ TÖKEZLİYOR

Sağlık Bakanlığı’nın ASM çalışanlarına yönelik “İllaki nöbet tutturacağız” şeklinde bir dayatma yapmaya çalıştığını öne süren Dr. Ulutaş, Türk Tabipleri Birliği’nin uygulanan aile hekimliğine karşı çıkış nedenlerinin tek tek gerçekleştiğini söyledi. Aile hekimliği uygulaması nedeniyle verem ve sıtma gibi hastalıkların yeniden ortaya çıktığını ileri süren Dr. Ulutaş, aile hekimliğinin tökezlediğini ifade etti. TTB’nin Küba’da uygulanan aile hekimliği modelini savunduğunu aktaran Dr. Ulutaş’la sağlık alanındaki acı gerçekleri konuştuk.

 

Aile hekimleri geçtiğimiz günlerde greve gitti. Ufukta yeni bir grev var mı?

Evet. Türkiye’deki tüm aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının yüzde 90’ının katılımıyla 12 Aralıkta çok ciddi bir grev yapıldı. Sağlıkçıların bugüne kadar yaptığı en büyük grev denilebilir. Çünkü hiç bu kadar büyük katılımla böyle büyük bir grev yapmamıştık. Soma’da 301 madencinin öldüğü durumda bile hiç kimse grev yapamazken aile hekimleri grev yaptı.

 

Grevin gerekçesi neydi?

Aile hekimleri kendi aile hayatlarının tehlikeye düşeceği endişesiyle bu grevi yaptılar. Çünkü, Sağlık Bakanlığı’nın bir genelgesiyle aile hekimlerinin ve aile sağlığı elemanlarının cumartesi günleri fazla mesai yapması, nöbet tutması istendi.

 

Az mı çalışıyor aile hekimleri?

Çok güzel bir soru çünkü aile sağlığı merkezlerindeki aile sağlığı elemanları ve aile hekimleri gerçekten de az çalışmıyorlar.

 

Neler yapıyorlar?

Bizim sadece poliklinikte hasta muayene edip reçete yazdığımız sanılıyor ama asıl yüzü bundan daha fazlası.  

 

Başka ne görevleriniz var?

Bütün bebeklerin takiplerini yapıp, gelişimlerinin izlenmesi, bebeklerin ve gebelerin aşılarının yapılması, bir gebelik boyunca en az dört kez tahlillerinin, izlemlerinin yapılması, yine lohusaların izlemlerinin yapılması… Doğurgan yaş grubu dediğimiz 15-49 yaş arasındaki kadınların hepsinin izlemlerinin yapılması gibi daha bir sürü görevlerimiz var. Bu nedenle gerçekten de zamana çok ihtiyacı olan bir grubuz. Bazı zamanlarda gidip evde bilgisayarda çalışıyoruz desek yalan olmaz. Tatile gittiğimizde bile ‘Geride kimi bıraktım, kimin izlemi kaldı, hangi çocuğun aşısı yapıldı, hangi bebeğin boyu kilosu ölçülmedi’ diye kafa yoruyoruz.

 

Haftada kaç saat çalışıyorsunuz?

Dünyada haftalık çalışma süresi 40 saattir. Avrupa Sosyal Şartı’yla günlük çalışma süresi 7.5 saate, haftalık da 35 saate düşürülmesi yönünde çalışmalar yapılırken bizde durum maalesef tam tersi. Sağlık Bakanlığı haftalık çalışma süresini ‘şimdilik’ kaydıyla 48 saate çıkarmaya çalışıyor. Sağlık Bakanı ‘Pazar günleri de nöbet koyacağız. O da yetmez sabah sekizde gelecekler, akşam sekizde gidecekler yani günde 12 saat çalışacaklar’ diyor. Aile hekimlerinin kaygısı tam da burada başlıyor. Yani aile hekimlerinin ve aile sağlığı elemanlarının aile hayatları kalmıyor. “Yatağı yorganı alıp aile sağlığı merkezlerinin üstünde lojman mı yapsak, gece gündüz burada mı otursak” diye düşünmeye başladık.

 

Hafta sonu nöbetlerinin aile düzeninizi bozacağını mı düşünüyorsunuz?

Böyle bir çalışma sistemi “sizin bir aile hayatınız, eşiniz dostunuz, akrabanız, anneniz, babanız olmasın. Onları hiç ziyaret etmeyin. Onlara gitmeye hiç yeltenmeyin. Bir dostunuzla, akrabanızla hiçbir şekilde bir yemeğe gitmeyin” anlamına geliyor. Çünkü akşam sekizde çıkmak dokuzda evde olmak demek. Bunların hiçbiri olmasın, düğününüz, cenazeniz  olmasın demek.

 

Nöbet ücretini verseler…

‘Ücretini vereceğiz’ diyorlar ama hekim bir nöbete kalırsa sekiz saatlik çalışmada alacağı para 48 lira. Bir arkadaşımızın bununla ilgili çok çarpıcı bir ifade kullanmıştı: “Bir hekim bu sistemde 48 lira için cumartesi nöbeti tutacaksa pazar günü benim evime temizlikçi lazım gelsin 120 lira öderim”  diyor. Adana şartlarında bile evinize bir temizlikçi alırsanız günlük 100 liranın altında çalışmaz. Aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları bu işin parasal yönünde hiç değiller. Parasal yönüne baksanız bile ciddi bir handikap sözkonusu.

 

Sağlık Bakanlığı bunları elbette bu kaygıları biliyordur ama neden böyle bir uygulamayı yaşama geçirmek istiyor?

Önce kronolojisine bakmak gerek. Aile hekimlerine ilk defa nöbet işi yine bakanın bir açıklamasıyla gündeme geldi. “Biz aile hekimlerine ileride 16 saat nöbet koyacağız. Çünkü aile hekimlerini eğiteceğiz” dedi.  12 yıl SSK’nın acilinde çalışmış bir hekim olarak söylüyorum, acilde eğitim olmaz. Acil servise gelen hastanın sirkülasyonu çok fazladır ve günde 500-600 hasta bakılır. Orada eğitici kadronuz dahi yokken nasıl eğitim vereceksiniz? 12 yıl boyunca acilde görmediğim vaka kalmadı. Bana kim anlatacak? Hoca mı var orada? Bir akademisyene, eğitici kadroya ihtiyaç var ama bunlar devlet hastanelerinin acillerinde zaten mevcut değil. Bu tutmayınca, dönüp dediler ki, “Nöbeti ayda asgari sekiz saate çektik”. Torba yasayla da bunu hayata geçirdiler.

 

Bu düzenlemenin kapsamı neydi?

Yani aile sağlığı elemanları ve aile hekimleri ayda asgari 8 saat nöbet tutacak diyerek bir düzenleme yapıldı. Bu uygulamalara karşı aile sağlığı çalışanları ciddi tepkiler koyup  eylemler, dilekçe kampanyaları yaptılar. Mayıs ayında yazılmaya başlanan bu acil nöbetlerine Türkiye genelinde yüzde 80 oranında katılım olmadı. Yani hem hemşireler, ebeler hem de aile hekimleri acil servislerde yazılan nöbetlere gitmediler. Yeni bir torba yasa hazırlandı ve bu kez de dediler ki, “Aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları aile sağlı merkezlerinde ve toplum sağlığı merkezlerinde de nöbet tutabilir” dediler. Acillere tutacağı nöbete ilave olarak getirildi bu uygulama.

 

Önceki düzenleme iptal edilmedi mi?

Hayır. Acil nöbetinin üzerine aile sağlığı merkezlerinde de nöbet eklediler. Bunlarla ilgili olarak 29 Kasım’da Sağlık Bakanlığı’nın önünde Türk Tabipleri Birliği yaptığı basın açıklamasında bu nöbetlerin doğru olmadığını, insanların aile hayatlarının olduğunu, bütün dünyada kabul görmüş haftalık 40 saat çalışmanın dışında bir çalışma olduğunu, Dünya Çalışma Örgütü’nün (ILO) ilgili kurallarına, Avrupa Sosyal Şartı’na ve anayasamıza aykırı olduğunu ilan etti. Sağlık Bakanlığı bu uyarıları dinlemediği için 12 Aralıkta Türkiye genelinde yüzde 90 katılımla, yani yaklaşık 44 bin aile sağlığı çalışanının katılımıyla çok başarılı bir iş bırakma eylemi yapıldı.  Katılım oranı, siyasi otorite  tarafından çok düşük oranlarda gösterilip eylem etkisiz hale getirmeye çalışıldı ama halkımız da gördü.

 

Halk nasıl bir tepki verdi eyleme?

Halkımızın büyük desteğini gördük, insanlar aile sağlığı merkezlerine gitmediler. Bu büyük destek için halkımıza teşekkürü bir borç biliyoruz.

 

Ortada bir restleşme mi var?

Aynen öyle. Sağlık Bakanlığı illaki nöbet tutturacağız diyor. Bir ihtiyaç mı var?

 

Var mı ihtiyaç?

Biz hekimler olarak olağanüstü durumlarda, örneğin İzmit, Van gibi büyük depremlerde gönüllü olduk. Saddam döneminde Kuzey Irak’tan Türkiye’ye doğru yaşanan göçte de gönüllü olduk. İhtiyaç olan yerlere gidip gönüllü şekilde çalıştık. Halkın sağlık hakkı konusunda çok duyarlı davrandık, gönüllü olarak, hiçbir ücret almaksızın gittik oralara. Bunlar gerçekten de bizim görevlerimizdi. 70 milyon nüfuslu ülkemizde yılda acile başvuru sayısı 90 milyon.  Hiçbir Avrupa ülkesinde acil servise böyle bir başvuru sayısı yok. Türkiye’de kışkırtılmış, çarpıtılmış bir sağlık hizmeti. Bütün neden buradan. 25 Aralık Perşembe günü (bugün) Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenleyeceğimiz basın toplantısıyla bazı projeler duyuracağız. Bir tanesinin duyurusunu sizin aracılığınızla yapayım.

 

Nedir o proje?

Halkı sağlık konusunda eğitmek gerek. Halk neden bu kadar çok acile, doktora gidiyor sorusundan yola çıkarak böyle bir proje hazırladık.  2002’de her vatandaşın doktora yıllık müracaat sayısı 2.7 ama 2012-2014 yılına geldiğimizde su sayısı 10’u buldu. Bu çok büyük bir rakam.

 

Neden bu artış?

Temel nedenlerinden bir tanesi kışkırtılmış bir sağlık hizmetinin olması. Halk kışkırtılmış, çarpıtılmış bir şekilde sürekli doktora gitme ihtiyacı duyuyor. Özel hastaneler devreye konuldu, SGK kapsamına alındı. Bu sayılar hep bunlardan dolayı artıyor. Bundan yola çıkarak; en çok paniklediği, rahatsızlık hissettiği, onu korkutan, doktora, acile müracaat etmesini sağlayan konularda halka bir bilinçlendirme yapalım dedik.

 

Sağlık Bakanlığı’nın görevi değil mi bu?

Evet, aslında bu Sağlık Bakanlığının görevi. Koruyucu sağlık, tedavi edici sağlıktan daha ucuza mal olur. Yani, halkı eğitirseniz hastalıklar azalacak, siz de sağlığa harcadığınız parayı düşüreceksiniz. TTB olarak bu eğitimlere başlayalım dedik.

 

Ne zaman başlıyor?

İlk eğitimimize 3 Ocak 2015 Cumartesi günü Seyhan Belediyesi ve Çukurova Belediyesi Kültür Merkezleri’nin salonlarında yapacağız. İlk konumuz da “Çocuğumun ateşi var ne yapacağım”, “Ateşi kulaktan mı, ağızdan mı, koltuk altından mı ölçsem”, “Ateş kaç derece olursa çocuğa ilaç vereceğim ya da duşa sokacağım”, “Ne zaman doktora müracaat edeceğim”.  İnsanların doktora çok müracaat ettiği 12 konu belirledik ve cumartesi günleri vereceğimiz eğitimlerle halkımızla bunları paylaşacağız. Halk bu konularda bilinçlendikçe hem hastanelerdeki kalabalıklar, hem acildeki kalabalıklar azalacak. Hastalar daha az ızdırap çekecek, hekimlerin, sağlık personellerinin iş gücünü, enerjisini, zamanını doğru kullanmış olacağız.

 

Aile hekimliği ilk gündeme geldiğinde de çok tartışıldı. TTB aile hekimliğine neden karşı çıkmıştı?

TTB çok haklı nedenlerini ortaya koyarak bu aile hekimliği sistemine karşı çıktı. Gerekçelerden ilki ücretlendirme politikasıydı. Şu anda aile hekimleri ne devlet memuru ne özel sektör çalışanı. Yani ne deve ne de kuş. Arada bir yerde devekuşu gibi bir pozisyondayız. Yeri geliyor “Siz devlet memurusunuz bunları yapacaksınız” diyorlar, yeri geliyor “Hayır siz devlet memuru değilsiniz, özelsiniz” diyorlar. ASM’lerde temizlik elemanlarımızın ücretini bile biz ödüyoruz. Sigortasını biz yatırıyoruz, aile sağlığı merkezinin elektrik, su, internet, telefon  parasını, hatta kirayı bile biz ödüyoruz. Çalışan hemşiremizin ücretini ödüyoruz, SSK primini biz yatırıyoruz. Bir bakıma işveren gibi, bir bakıma işçi gibi çalışıyoruz. Hala bu konuda bir netlik yok.

 

Bu harcamaları siz nasıl yapıyorsunuz.

Sistem böyle kuruldu. “Siz her şeyden sorumlusunuz, tüm masrafları siz karşılayacaksınız” deniliyor.

 

Hangi gelirle ödüyorsunuz?

Gelir, aldığımız ücret. Sağlık Bakanı ya da hükümet yetkilisi çıkıp, “Biz aile hekimlerine şu kadar para veriyoruz” diyoruz ya işte o paraların hepsi buraya gidiyor. Mesela geliyor diyor ki, “Senin bu sandalyelerin tahtalı olmayacak, süngerli minderli olacak. Her şeyin standardını da belirliyor. Bir de öyle garip bir durum var ki…

 

Nedir o durum?

Aile sağlığı merkezlerini sınıflandırdılar. A, B, C,D, E sınıfı diye…

 

Hangi kriterlere göre?

Oda sayısı, emzirme, pansuman, ilkyardım odaları, defiblatör, EKG cihazlarının olup olmadığı gibi kriterlerle… Ben çıkıp “asgari şartlarla bir aile sağlığı merkezi oluşturacağım”, bir başkası da “Lüks bir ASM yapacağım” dediğinde iki farklı nitelikteki ASM’den hizmet alan hastalar mı sınıflandırılmış oluyor yoksa ASM’ler mi? Hastanın suçu ne? Elbetteki hastanın hiçbir suçu günahı yok ama B sınıfı ASM’de hizmet alan hasta A sınıfı ASM hizmeti alamadığı için diyoruz ki, “Burada ASM’ler değil hastalar sınıflandırıldı”. 

 

Nasıl olmalıydı?

Sağlık Bakanlığı bütün ASM’leri kendi yapmalıydı. Bütün bu hizmetleri devletin kendi vermeliydi. Halka layık olduğu şartlarda Aile Sağlığı Merkezleri kurup o hizmetlerin verilmesini sağlamalıydı. Çok zor bir şey değildi. Yapılabilirdi.  Şimdi Sağlık Bakanlığı 2 bin tane ASM yapacağım diyor. Umarım bunu biran önce hayata geçirir, halkımızın layık olduğu bir aile sağlığı merkezi sistemi kurulur ve herkes bundan hizmet alır.

 

 

TTB’nin aile hekimliği uygulamasına karşı çıkış nedenlerini anlatıyordunuz…

Evet, bir diğer neden de uygulamanın ekip çalışması ruhunu ortadan kaldırması. Eskiden sağlık ocaklarında 15-20 ebe, hemşire, 3-5 doktor, çevre sağlığı teknisyeni, laborant bulunurdu. Bunların hepsi bir ekip oluşturup o bölgeye birlikte bakarlardı. Şimdi bu ekip yok. Biz sadece kendi mahallemizdeki, kendi sokaklarımızdaki insanlardan bir doktor ve bir hemşire olarak sorumluyuz. Çevre sağlığı teknisyenimiz, laborantımız yok, herkes kendi hastasına bakmakla yükümlü.

 

Bir aile hekimi kendisine kayıtlı olmayan hastaya bakabiliyor mu?

Hayır. Siz gelip bana muayene olmak isterseniz ben, “Aile hekiminize gidin lütfen” demeliyim. Şehir dışındaysanız istediğiniz aile sağlığı merkezine gidebilirsiniz ama aynı şehir içinde bir başka doktora gidip muayene olamazsınız. Çünkü sistem bunu getirdi. TTB’nin karşı çıkış nedenlerinden biri de buydu. Bölgesel bazlı çalışma artık yok.

 

Biraz açabilir misiniz bunu?

Örneğin, bölgesel bazlı çalışmamanın en büyük sıkıntısını aşılamalarda gördük. Polio, kızamık ne zamanki Türkiye’de görülmeye başlandı biz bunun sıkıntısını çektik. Toplum Sağlığı’nın görevi olduğu halde sokak sokak dolaşıp kimi yakaladıysak aşı yaptık. Ben kendi hastalarımdan sorumlu olduğum için sadece onların aşılarından sorumluyum ama benim sorumlu olduğum sokakta başka bir doktora kayıtlı çocuk bulduğumda ne yapacağım? Normalde aşısını yapmamam gerekiyor ama halk sağlığı için onun da aşısını yaptım. Halkımızın bebekleri hastalanmasın, polio geçirmesin, sekel kalmasın, engelli hale dönüşmesin, kızamığa yakalanmasın, kızamıktan zatürreye çevirmesin diye bunları yaptık. Aslında bunlar bizim görevimiz değildi. TTB, bu sorunların hepsini gördüğü için bu aile hekimliği sistemine karşı çıktı. Aslında yıllardır TTB’nin savunduğu bir sistem var.

 

Nedir bu sistem?

Küba’nın uyguladığı aile hekimliği sistemi.

 

Arada ne fark var?

Orada bölgesel bazlı çalışılması, hekimlerin hepsinin devlet görevlisi olması en önemli farklar. Hekimin bölgesel sorumlulukları var ve çok önemli bir anekdotu aktarayım: Küba’da en son sıtma vakası 1965’te görülmüş.

 

Türkiye’de var mı?

Türkiye’de sıtma vakalarını görüyoruz. Verem hortlamış durumda. Tüberküloz çok yaygın bir şekilde görülüyor artık.

 

Kaynağı nedir, neden artış var?

Verem Savaşı Dispanserleri’nin pasifize olması. Eksiden çok daha etkindi. Bu sistemle birlikte dispanserler de yok oldu. Sıtma Savaş Dispanserleri yok oldu. Eskiden sıtma savaş merkezleri, işçileri vardı. Köy köy dolaşıp sıtma var mı yok mu diye kan numuneleri alırlardı. Bu sistem bunu yok etti.

 

TTB’nin öngörülüri doğru çıktı diyebilir miyiz?

Ne yazık ki hepsi bir bir doğru çıkıyor. Keşke haklı çıkmasaydık. Gerçekten de aile hekimliği sistemi kör topal gidiyor. Hekimler ve hemşireler çalışabilecek başka bir yer bulduklarında durmuyorlar. Özellikle hemşirelerde çok sayıda istifalar var. Hekimler de çalışabilecek bir yer bulduklarında sistemden hemen çıkıyorlar. Sistem TTB’nin öngörüleri doğrultusunda tökezlemeye başladı.  

 

ASM’lerde ücret alınıp alınmadığı konusunda bir tartışma var. ASM’lerde gerçekten de ücret alınıyor mu?

ASM’lerden ücret alınmıyor ama hastalar yazılan her reçete başına 3 lira, reçetede yazılan her kalem ilaç için de 1 lira eczanede para ödüyor. Vatandaş bunun farkında değil. Aynı şey devlet hastanelerinde de geçerli. Devlet hastanelerinde 8 lira bir ücret alıyorlar. Bir kısmını hastanenin kendisi tahsil ederken bir kısmını da eczanelere tahsil ettiriyorlar. Vatandaş eczaneden kesilen paranın sadece ilaç yüzdesi olduğunu düşünüyor ama yanılıyor. Onların içinde hastane ve sağlık ocağı paraları da var.

 

Acil serviste de para alınıyor artık değil mi?

Biz zaman içinde her şeyin halkın cebinden çıkacağını öngörmüştük. ASM’ye gelen hastalardan eczanelerde alınan ilaç yüzdeleri, reçete ücreti ve reçetedeki her ilaç kalemi için alınan paralarla ASM’lerin finansmanı sağlanıyor. Devlet neredeyse ASM’lere ödediği parayı tamamen halkın cebinden alıyor. Devletin yeni rolü de bu.

 

Nasıl bir rol?

Devlet, “Ben sağlıkla ilgili harcama yapmak istemiyorum. Bütün parayı halk ödesin ben sadece düzenleyici olayım” diyor. Gidişat da bu yönde ve bunu büyük oranda sağlamış durumda. Ciddi bir sıkıntı var. Halk da bunu çok rahat hissediyor. Asgari ücretli biri emekli olduğunda 780 lira civarında aylık alıyor. Örneğin teyzem geliyor diyor ki, “Benden bu ay sağlık gideri olarak 50 lira kesmişler. Ben ne yapacağım şimdi”. Gerçekten de 780 lirayla geçinmek çok zor. “Ben bu 780 lirayla ev kirası mı, elektrik faturası mı, su mu ödeyeyim geçimi mi sağlayayım, 50 lira kestiler ben felç oldum” diyor. Kara kara düşünüyorlar. Biz burada böyle şeylerle karşılaşıyoruz.

 

Çok mu böyle örnekler?

Evet. Bir örnek daha vereyim. Burada yeşilkartlı bir gebem vardı. Gebelerin belli bir zaman diliminden sonra kanlarında ciddi düşüklükler yaşanır. Biz bunu demir ve kan ilaçları vererek takviye ederiz. Kan değerlerini yükseltmek için sürekli demir ilacı yazıyordum ama her kontrolünde değerleri düşük çıkıyordu. Bir gün çok kızarak “Sen ilacını kullanmıyor musun” dedim. Kadıncağız boynunu büktü. “Kullanmıyorum” dedi. “Niye” dedim. “Yüzdesini ödeyemedim ki” diye yanıt verdi. Demir ilacı çok ucuz olan ilaçlardan bir tanesi. 5 lira civarında. Yüzde 20’si 1-2 lira tutar. Vatandaş bunu bile ödeyemiyor. Düşünebiliyor musunuz 1-2 lirayı ödeyemediği için hem kendisi kansız kalıyor, bebeğini hamilelikte iyi besleyemiyor.

Eczanelerde ciddi sorunlar yaşanıyor. Vatandaşla eczacılar karşı karşıya geliyor. Bazı hastalar gelip bize soruyor, “Eczacı böyle söyledi doğru mu? Bizi kandırıyorlar mı?” diye. Biz de anlatmaya çalışıyoruz, “Çok haklılar eczacılar. Bu parayı almamaları durumunda kendileri SGK’ya ödemek zorunda kalıyorlar.” Böyle bir sıkıntı yaşıyoruz.

 

Aile Sağlığı Merkezleri çalışanları olarak Sağlık Bakanlığı’ndan talepleriniz nedir?

Şu anda en acil konu nöbetler.  Sağlık Bakanlığı’na “Aile saadetimizle oynamayın” diyoruz. Biz ailelerimize zaman ayırmak istiyoruz, modern köleler olmak istemiyoruz. Bunu herkes için talep ediyoruz. Herkes günde 8, haftada 40 saat çalışsın. Öncelikle cumartesi nöbetlerini bir kaldıralım. İhtiyaç varsa acilleri güçlendirin. Acile daha çok hekim alın. İhtiyaç varsa daha çok hastane açın. Yatak sayılarını arttırın.  Şu anda işsiz doktorların olduğu bir dönem yaşıyoruz.

 

Çok mu?

Evet, çok sayıda işsiz doktorumuz var. Bunlara uygun bir ücret verilirse hepsi devlette seve seve çalışacaklardır. Devlette çalışmayı özendirmek gerekiyor. Çünkü insanlar devletten kaçıyor. Devlet hastanesinde çalışan uzman arkadaşlarımız istifa edip özele geçiyor, çünkü verilen ücret tatmin etmiyor. Çalışma ortamları çok iyi değil. Günde 120-150 hastaya bakıyorlar. Ayda 8-10 kez nöbet tutuyorlar. Tüm bunlar onları gerçekten de zorluyor. Siz hiç 24 saat boyunca direksiyon sallayan bir şoförün kullandığı otobüsün yolcusu olmak ister misiniz? Otobüs şoförleri bile bir seferde aralıksız üç saat otobüs kullanıyorlar. Çift şoförle yola çıkıyorlar. Üç saat dinlenerek çalışırlar. Çünkü dikkatleri dağılır. 120. hastaya bakan doktorun da dikkatinden bir şeyler kaçar. Her zaman savunduğumuz bir şey var; çalışma sistemini öyle bir hale getirin ki, her hastamıza 10 dakika zaman ayırabilelim ve bir şeyler gözden kaçmasın.

 

Şu anda kaç dakika ayrılabiliyor?

Devlet hastanelerinde poliklinikler dört dakikaya bir randevu veriyor. Hastanın içeri girip, soyunup, muayene edilmesi, reçetesinin yazılması dört dakika. Bu mümkün değil. Bu süre acillerde çok daha az.

 

Kaç dakika?

Acil servislerin yoğun olduğu saatler vardır.  Evin annesi, yaşlısı “Oğlum, kocam işten gelsin, yemeğimizi yiyelim,  acile başvuralım” diye bekler. Acil hiç bekler mi, aslında beklemez. Bu da gösteriyor ki, acillere başvuruları birçoğu acil hasta değil.Acillerin en yoğun olduğu saatler

19.00 ile 00.00 arasıdır. Hastanın girip tedavi görüp çıktığı süre 1 dakikaya kadar düştüğü anlar oluyor.

 

Ne yapılması gerekiyor?

Oralarda çalışan insanların sayısını artıracağız. Oraları özendireceğiz. Uygun bir ücret, çalışma ortamı, uygun fiziki koşullar sağlayacağız. Acilde kuyruk olmaması lazım ama çok oluyor. İnsanlar acilde kuyruk beklemeyecek… Türkiye’nin sağlıktaki acı gerçekleri bunlar. Sağlık Bakanı’nın, hükümetin, TBMM’nin bunları görüp bunları düzeltmesi gerekiyor. Polikliniklere 120 hasta verirseniz hasta gitmek istemiyor, “Mahallemde bulunan aile hekimime gideyim” diyor. Öncelikle buraya gelmeleri lazım. Hastalıkların yüzde 80’ini aile sağlığı merkezinde tedavi edebiliyoruz. Tedavi edemediğimiz yüzde 20’lik uzman hekimlik gerektiren bir grup var. Bunlar tekrar tekrar bize geliyor. İkinci basamak dediğimiz devlet hastanelerinde de zaman bulamadıkları, tatmin olamadıkları için tekrar tekrar oraya gidiyorlar.  Yıllık başvuru sayısı işte bu yüzden artıyor. “Kışkırtılmış sağlık” dediğimiz şey de bu.