Cep telefonumu elime alınca , Ali Gevgilili’nin 45 sene kadar önce Milliyet gazetesinde çıkan yazısı aklıma geliyor.
Yazısında; İngiltere’den dönmekte olan Ali Gevgilili, dedesinin İngiliz kumaşına övgüsünün etkisiyle, yurda dönerken bir elbiselik kumaş almayı düşündüğünü yazıyor.
Kumaş mağazasında çok iyi yeni kumaşlar geldiğini söylüyorlar ve tezgahın üstüne örnek seriyorlar. Kumaşlar Altınyıldız marka Türk kumaşı.
Ali Gevgilili’yi bu iş sevindiriyor ama, düşündürüyor da:
“Dedemin anlattığı kumaşları almak için bir miktar kumaşa belki de tonlarca yün veya tiftik gönderiyorduk. Şimdi ise kumaşı İngilizlere biz satıyoruz ama tonlarca kumaş verip birkaç koli elektronik eşya alıyoruz. Gün gelecek o elektronik eşyayı da biz ihraç edeceğiz. Acaba karşılığında ne gibi küçük hacimli şeyler alacağız? Bu kısır döngü böyle sürüp gidecek mi?”
Ali Gevgilili’ye böyle bir harika örneği ortaya koyduğu için teşekkür edelim, 15 yıldır hayatımıza hakim olan cep telefonunun gelinen süper aşamalardan biri olduğunu düşünerek yazımıza devam edelim…
Cep telefonu önce taşınmanın pratikliği ve günden güne küçülen ebadı ile o günlerin konusu oldu. Hatta ünlü yazarlarımızdan biri “çakmak büyüklüğünde cep telefonu var!” diye yazdı.
Daha sonra marifet kalmadı bu küçük aletin içine doldu, akıllı telefon oldu, aklımıza egemen oldu ve ayrılamaz olduk.
Yangından kurtulmak için üst kattan, mahallelinin açtığı battaniyeye atlayarak kurtulan, hamile kadının; cep telefonunu elinden bırakmadığı basına yansıdı. O kadar ayrılmaz bir parçamız olmuş ki; o hengamede bile telefonunu kadıncağız bırakmıyor.
Bu kadar ayrılamaz parçamız oluşunda geçmişe ait bir çok külfeti ortadan kaldırmasının payı büyük.
Cepte telefon rehberi taşımak ortadan kalktı. Harika cep sözcüğü oldu. Teleks gibi muhteşem olayı silen faks ise cep telefonu tarafından silindi.
Fotoğrafın kralını çeker, üstelik anında istediğiniz yere gönderir oldu ve fotoğrafçıların bir kısmının canına okudu.
Hesap makinesi oldu,
İnternet oldu
Oldu oğlu oldu…
Ancak karşılıklı sohbet ortamlarında tat bırakmadı.
Birisi önemli bir şey anlatmaya başlıyor, sözün tam özü gelmişken, dinleyenlerden birinin telefonu çalıyor, o konuşuyor arkasından başkasınınki çalıyor ve güzelim sohbet güme gidiyor.
Güzelim sohbet dedim ama sohbetler de sohbetlikten çıktı. Dinleyen insanların aklı çalacak telefonlarında olduğu için zaten “can kulağı ile dinleme!” olayı bitti.
Bu bitişin olumsuz etkisini bilgi yarışmalarında, üniversite bitirmiş insanların, basit sorulara cevap veremeyişlerinde görüyoruz.
1950 yılı benim orta öğretim öğrenciliğimin tam ortasına denk geliyor. Biz o zamanlar bilgi birikimine hayran olduğumuz insanlara “ayaklı kütüphane” derdik, onlarla sohbet bilgi birikimimizi zenginleştirirdi.
Cep telefonu binlerce ayaklı kütüphane dediğimiz insanların kapasitesini aşıyor ama yine de toplumda bilgi fakirliğinin olduğu gözleniyor.
Hazıra konmak insanlığı tembelleştiriyor. Bilgi hazinesi telefonu cebinde taşıyan insan açar bakarım düşüncesi ile beynini yormuyor.
Hesap makinesi çıktıktan sonra çarpım tablosu bilmeyen üniversitelilerin oluştuğu gibi.
Ama hayat; insana her yerde telefona veya hesap makinasına bakma fırsatı tanımıyor.
En güzel günler sizlerin olsun.