-Eşi başörtülü birisi cumhurbaşkanı adayı olamaz. Diye itiraz etmişti.

Daha sonra olayların safahatına göre:  

-Eşi başörtülü birisi cumhurbaşkanı seçilemez.

-Eşi başörtülü birisi Çankaya’ya çıkamaz.

-Çankaya’ya çıksa bile orada kalamaz. Diye kendinden menkul mütâalâlarda bulunmuştu.

 Abdullah Abdullah Gül’ün ismi konuşulmaya başlandığında Kılıçdaroğlu:

Gül  aday olup, seçilip Çankaya’ya çıkınca bu defa eyleme geçip:

-Başörtülü eşli cumhurbaşkanının verdiği hiçbir resepsiyona katılmayacağım. Çankaya’ya  da

gitmeyeceğim. Diye kestirip atmıştı..  

Bir müddet sonra aranın soğuduğunu, söylediklerini unutulduğu kanaatine varmış  olmalı ki,

Önce Çankaya’ya çıktı. Sonra resepsiyonlara  katıldı…

Gün geçti devran döndü,Erdoğan’ın adaylığı dillenir olunca yaman bir Gül’cü kesilmiş

  ‘’Varsa Gül, Yoksa Gül. En büyük Gül, ondan başka büyük yok ‘’ formatına geçmiş,

 Kaseti de tekrar başa sarmış, başlamıştı salvolara:

-Erdoğan’dan aday olmaz.

-Cumhurbaşkanı seçilemez…

-Çankaya’ya da çıkamaz.

Eeee!  Ne oldu?  Bunca laf nasıl tevil olacak?

Şimdi de tutturmuş, hem:

- Çankaya’ya gitmeyeceğim. Diyor. Hem:

 -Erdoğan benim için cumhurbaşkanı değil. Diyor. Hemi de.

-Erdoğan seçiminin  ilanından itibaren cumhurbaşkanıdır.  AKP den elini çeksin. Diyor.

Hazret bunları ne kadar sık yapıyor. Huy edinmiş bir kerre.

Genel seçimler sonrası yasaklı milletvekilleri için de aynen böyle yapmıştı.

-Vekillerimiz hapisten çıkıncaya kadar meclise de girmeyeceğim. Yemin de etmeyeceğim. Demişti.

Demişti de….

Bir ay bile geçmeden tıpış tıpış meclise gitmiş,

Gürül gürül bir güzelce yeminini etmiş,

Şıkır şıkır maaşı da hak etmişti..

 

Hep merak ederdim:

Bizi BÜYÜK MİLLET yapan genetik ögeler nasıl ve nerede saklanıyor? Nesilden nesle ne şekilde

naklediliyordu?

Sorumun cevabını Davutoğlu’nun babannesinde buldum.

-Oğlunla ordu, Kızınla oba olasın. Koç koç oğlanlar ardına düşe.

- Dünyalar ayaklarına gele. Herkesler sana akıl danışa… Diye öğütlüyordu.

Oğuz Han’dan  Dede Korkut’a.. Edebali’den en son bu Nine  Korkut’umuza sürüp gelen damar,

 işte buydu…

 Meğer;  ‘’Öldü, artık bir daha gelmez’’ sandıklarımız, bir şekilde pıtırak gibi başka bir çağda, başka

bir isim ve cisimle aramızda uç  gösteriyor, genetik kodlarımızı tekrar tekrar proğramlıyorlarmış.

Bunu anladım. Alıcının kalitesi de bir başka öneme haizmiş. Bunu da anladım. Yoksa:

-Evlât, tekrar döneceğin kapıyı sakın çarpma. Çamur atma. Pisleme.

-Yalayacağın yere sakın ola tükürme. Hele temiz yere asla ve kat’a!.  De, dur…  Anlamayacaktır.

Alıcının frekans uyumsuzluğundan mütevellit  bir arızası varsa, hiçbir öğüt fayda vermeyecektir..

 Halkımız bu durumu çok kabaca:

-Tavuk  götü tövbe tutmaz. Diye ifade ederken:

Genetik ögelerin süt yoluyla intikalini;

-Beyden bey olmaz oğul.  Ana bulak ki,  bey doğura… Diyerek

  Nefis bir ifade ile şifrelemiştir.

Anlayana