ÇARPIK ZEKÂT ANLAYIŞI
 
Aylardan Ramazan, günlerden Cuma olunca, vaiz efendi alışılmış olduğu üzere zekât ibadeti üzerine cemaate vaazı nasihatte bulunuyor camide.
 
Ve diyor ki, zaruri ihtiyacınızdan fazla, nisap miktarınca malınızın üzerinden bir yıl geçmişse 1/40 yani %2,5 oranında zekât verin.
 
Sonra devam ediyor, zekât vermek malı eksiltmez; aksine bereketlendirir ve artırır.
Buraya kadar pek bir sorun gözükmüyor söylenenlerde.
 
Ama vaiz efendi, zekât vermekle malın nasıl eksilmeyeceğini, aksine artacağını ve bereketleneceğini bir örnekle cemaate açıklamaya başlayınca işler biraz karışıyor ve
Allah kalbimi biliyor, benim de tepem atmaya başlıyor.
 
Vaiz efendinin örneği şöyle: “Efendim, mesela ihtiyaç fazlası 100 Bin TL paranız var, üzerinden bir yıl geçmiş, 2.500 TL zekâtını verdiniz, 97.500 TL param kaldı diye üzülmeyin. O parayla mesela bir ev alacaksınız; sıkı bir pazarlıkla 100 Bin liralık evi 97.500 liraya alarak bu açığı kapatabilirsiniz.”
 
Vaiz efendi ille o 2.500 lira zekât parasının acısını(!) bir yerden çıkartarak, güya cemaati zekât vermeye ikna edecek.
 
Allah’ın emri olduğu için verdiğin zekât üzerinde hâlâ bir hak iddia etmeye, lehine bir pazarlık ve indirim unsuru olarak kullanmaya çalışmak da ne oluyor Allah aşkına?
 
Konuya böyle çarpık bir bakış açısıyla yaklaşırsak, 100 Bin liralık evini 97.500 liraya satan adamın günahı ne? Bunun uğradığı 2.500 liralık zararı neyle ve nasıl izah edeceğiz?
 
Bu nasıl bir zekât ve Allah rızası için ibadet anlayışıdır arkadaş? Hiç bir şeyin yokken sana para, mal mülk veren Allah, yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de ihtiyacından fazlasının bir kısmını hak sahiplerine zekât olarak vermeni emrediyor.
 
Yani zekâtı veriyor gibi yapmayacaksın! Gerçekten vereceksin; vermeyi, paylaşmayı öğreneceksin. Verirken elin titremeyecek, yüreğin burkulmayacak, suratın asılmayacak! Ve malın ya da paran da maddi olarak belli bir oranda eksilecek.
 
Allah’ın emri üzerine gerçek hak sahibine zekât vermekle mükellef olduğun bir borcunu ifa ettin ve borcundan kurtuldun. Bunu bir kayıp, zarar gibi görerek zarar-gider hanesine yazıp, sonra da bu zararı(!) telafi etmenin yollarını arama!
 
Hani meşhur hikâyedir; adamın gözü gibi baktığı, tek geçim kaynağı ineği hastalanmış. Adam başlamış dua etmeye: “Allah’ım n’olur ineğimi iyileştir, bir ay nafile oruç tutacağım” demiş. İnek iyileşmiş… Adam başlamış adak orucunu tutmaya… Otuzuncu orucu tamamladığı günün gecesinde ise inek ölmüş. Adam tekrar açmış elini: "Allah’ım tuttuğum otuz orucu gelecek Ramazan orucuna, ölen ineğimi de kurbana sayarım" demiş.
Vaiz efendinin zekât anlayışı, mantığı ve mantalitesi de aynı hesap...
Allah’ın emri olan zekât ibadetini gönülden, seve seve ve hakkıyla yerine getiren bir Müslüman, bunu bir kayıp, zarar ya da gider olarak görmemelidir. Aksine, ödediği zekâtı bir kâr ve kazanç olarak görmelidir. Yüce Allah, bu mali ibadetin mükâfatını ve bereketini elbette verecektir. Ama bunu bir vergi indirimi ya da zararın tazmini gibi istememek, beklememek, düşünmemek gerekir.    
 
Bir de zekâtı "malın kiri" gören, güya malını arındırmak için ne kadar kirli, bozuk, çürük çarık, eski, bayat şeyleri zekât niyetine çok affedersiniz fakir fukaraya kakalayan tipler vardır.
 
Bu tipler, yoksullara ve öğrenci yurtlarına son kullanma tarihi geçmiş gıda maddelerini, depolarda yıllanmış, vitrinde solmuş, tozlanmış beş para etmez kıyafetleri zekât niyetine kakalarlar. Ya da zekâtı verirken kibir gurura kapılıp, fukarayı manen ezmeye çalışırlar.
 
Unutma ki, asıl borçlu zekât veren, asıl alacaklı ise zekâtı alandır. Biraz düşünürsen bu afra ve tafralarının ne kadar boş, abes ve komik olduğunu anlarsın.
 
Sözün özü: Ey zenginler! Zekâtınızı ve sadakanızı mallarınızın sevdiğiniz kısımlarından, gönülden gelerek ve sadece Allah’ın rızasını gözeterek, yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine verin. Unutmayın ki, fakirler ve ihtiyaç sahipleri kimsenin geri dönüşüm kutusu ya da atık arıtma tesisi değildir!
 
Selam ve muhabbetle...
 
14.07.2014
Mehmet BİÇER