BÜYÜK TAARRUZDAN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINA…
 
 
And olsun, soluk soluğa süratle koşan,
Koşarken ayaklarından ateş çıkaran atlara,
Sabahın seherinde baskın yapanlara,
Orada tozu dumana katanlara,
Düşman topluluğunun tam ortasına dalanlara…  
ADİYAT (KÜHEYLANLAR) SURESİ, l00/1-5
 
Mâzisi şan ve şerefle dolu Büyük Türk Milleti, düşmanı harîm-i ismet’inden kovmak üzere, Ulu Önder ATATÜRK’ün Başkomutanlığında, bir yıldır sessizce hazırladığı ordusunu, taarruza geçireceği şafağın bekleyişi içindeydi...
26 Ağustos 1922 Cumartesi gecesi tan yeri ağarırken, Şuhut cephe karargâhından Kocatepe’nin zirvesine çıkarak etrafı inceleyen bir çift çakmak parıltılı göz, doğu ufkundan, batı ufkuna doğru bütün sahayı tarassut altına almıştı. Bütün hilkat derin bir sükûtun içindeydi… Başını gökyüzüne kaldırdı… Dudakları, ince bir niyazın samimi ve zarif kıpırdanışlarıyla hareketlendi…
Gök ve yer, biraz sonra şimşek gibi çakacak buyruğun velvelesine hazırlanıyordu… Çoban Yıldızışavkını Sincanlı ovasına vuruyordu… Geceden Ahır Dağlarının ardına dolanan Mehmetçik, Ballıkayamevkiinden sızarak, düşmanın gerisindeki hatlarda yerini almış, yapacağı hamlenin bekleyişi içine girmişti…
Düşman cephesi: Gemlik Körfezinden, Bilecik, Eskişehir ve Afyon’un doğusu ile Menderes Nehri’ni takiben Ege Denizi’ne doğru bir hat üzerinde yer almıştı.
Türk Taarruzu: Afyon’un güney batısından kuzeye doğru yön tutan l. Ordu ile yapılacağından, 2. Ordu Afyon’un kuzey ve doğusunda mevzi almıştı.
Kocatepe, Altay Dağları’nın miğfere benzeyen muhteşem görüntüsünün heybetini yansıtıyordu! Tınaz Tepe, Belen Tepe, Çiğil Tepe ve 1310 rakımlı Erkmen Tepe biraz sonra kopacak kıyametin dehşetine hazırlanıyordu!..
Başkomutan, yanındakilere saati sordu. “4.30” dediler. Gözlerindeki ışıltıyla derin bir nefes aldı… Düşmana kahredici vuruşunu yapmadan önce, seherin aydınlığa dönüşen sessizliğini gözlüyordu. Zirveden ovaya süzülecek bir şahin gibi, birkaç adım daha öne doğru yürüdü... Son bir kez savaş meydanına bakarak, Allah’tan zafer dileğiyle taarruz buyruğunu verdi.
Bir anda gök gürlemesini andıran topçu atışları, bütün vâdiyi, tepeleri sarstı! Yer yerinden oynuyordu! Düşman şaşkınlık ve korkuya kapılmıştı. Mehmetçik, cesaret ve kahramanlığının, hayranlık uyandıran şahlanışını gösteriyordu!.. Bir saat süren yoğun saldırı sonunda Tınaztepe’nin hücum mesafesine girildi… Düşmanın 4 -5 ay’da aşılamaz dediği tel örgü ve tahkimatlar, bir saat içindeMehmetçik tarafından paramparça edilerek çiğnenip geçildi… Türk Askeri, ateşe uçan pervaneler gibi düşmanın üzerine atılıyordu!
Dersaadetin esir suları, mahcubiyetinin çırpınışlarını, mahzun ezanların sedasıyla birleştirerek, Ankara’ya, Afyon Ovasına, serin bir hicran ezgisinin titreyişleri olarak gönderiyordu…
Şair, samimi hisleri ile Rabbi’ne tazarru halindeydi:
Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Yâ Rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur Yâ Rabbi!
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Gâlip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın…
Yahya Kemal Beyatlı
Mehmetçik dalga dalga, coşkun bir sel gibi kükrerken, düşmanın gövdesine indirdiği öldürücü darbeler, ileri hatlara geçişin önünü hızla açıyordu. Türk Ordusu’nun her hamlesi, çelik ve kemik sesleriyle birleşip, düşmanın boğazında düğümlenen ölüm hırıltısında son buluyordu… Saat 9.00’da Belen Tepe, daha sonra Kalecik Sivrisi ele geçirildi. Hemen ardından, Büyük Kalecik Tepeden Çiğil Tepe’ye kadar15 kilometrelik bir hat, 1. Ordu Birlikleri tarafından alındı. 5. Süvari Kolordusu da Ahır Dağlarından aşıp, düşmanın yan ve gerilerine sarkarak, ulaştırma ve kaçış yollarını kesti… Düşman tamamen çembere alınmıştı. Katillerin bozgun hali bütün açıklığıyla görülüyordu. İslâm Âlemi’nin, Allah’ın Askerleri olarak övdükleri Türk Ordusu’nu şahlanışındaki ihtişâmın coşkusu ile sanki gök kapıları açılmış; Bedir, Uhud, Talas, Malazgirt, Kosova, Varna, Mohaç, Plevne, Çanakkale ve Sakarya ervâhı, Türk’ün bu nâmus gününde tâdât olmuşlardı!
Türk’ün ebedî Vatanı Anadolu’nun ortasında bir yaylagüzeli olarak duran ANKARA, bağrında sakladığı Hüseyin Gâzî, Gül Baba, Âhî Şerafettin, Karacabey, Hallaç Mahmud, Hacı Bayram-ı Velî, Memlük Sultan, Cenâb-ı Ahmet, Tezveren Sultan, Tâceddin Velî gibi pek çok gönül ve devlet yücelerinin mânevî ikliminde, bu kutsal savaşın kahramanlarına bir Ötüken, bir Ergenekon yurdu olmuştu… Türk’ün temiz seciyesini soylu benliğinde taşıyan, Türk’ün şahlanacağına çok önceden inanmış bulunan Şair, bu kutsal şehirden, Şanlı Türk Milletinin saf sinesine sesleniyordu:
“Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın”
“Kim bu cennet vatanan uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! “
“Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.”
Mehmet Akif Ersoy
27 Ağustos Pazar sabahı Türk Ordusu bütün cephelerde yeniden hücuma başladı. Erkmen Tepe, Kurtkaya alındı. Şanlı Ordumuz Afyon’a girdi. Şuhut Karargâhı ve Batı Cephesi Karargâhı Afyon’a taşındı.
28 Ağustos Pazartesi günü Türk taarruzu bütün şiddetiyle devam etti. 5. Düşman Tümeni çembere alındı. Afyon’dan akan sel, bir ateş çemberi halinde düşmanı yakıyordu…
Kahraman Türk Ordusu bir tufan gibi düşmanın üstüne çökmüştü! Mehmetçik Zafere doğru koşuyordu!.. Kılıçların, süngülerin gümüş renkli kıvılcımları, ateş ve barutun gürlemesiyle birleşip, savaş meydanın zeminine çarpıyordu. Dağlar, tepeler, vâdiler, şimşek çakışlı, yıldırım atışlı bir çalkantıyla sarsılıyordu… Kan ve kemik; ten ve çelik; ter ve köpük; toz ve duman birbirine karışmış, vahşilerin ölüm çığlıklarıyla çevreye dağılıyordu!.. Türk’ün tekbir sesleri, soylu savaşının cezbedici güzelliğini, yüce nazarların mâverâsına aksettiriyordu…
Şair, zaferin gönlüne ilham veren muştusunu, yaralı dağların yankı yapan sinesine gönderiyordu:
Ey bu yolda sıralanan gâzi tepeler,
Siz de koşup gelirdiniz bilseniz eğer,
Bilseniz ki, Dumlupınar önünde yarın
Âyinî var hürriyete tapınanların!..
Kemâlettin Kamu
29 Ağustos Salı gecesi düşmanın çarpışmaya zorlanarak tamamen imha edilmesine karar verildi. Düşman darmadağın edilerek, Dumlupınar’ın kuzeyine, Aslıhanlar bölgesine sürüldü. Kütahyaistikametine gidişi durduruldu. Tek kaçış istikâmeti olan Murat Dağı’nın kuzeyindeki Kızıltaş Deresi’ne yığıldı. Murat Dağı, bu katil ve canavar düşman sürüsünden Türk’ün zaferiyle muradına erecek, Kızıltaş Deresi ise düşmana kızıl ölümü tattıracaktı!...
30 Ağustos Çarşamba günü bizzat Atatürk’ün Zafer Tepe’den idare ettiği harekât ile düşman yok edildi!
31 Ağustos Perşembe günü savaşa girmeyerek dağılan kılıç artıkları, 3 grup halinde İzmir istikâmetine doğru kaçıyordu. Bu durum karşısında AtatürkFevzi ve İsmet Paşalar ile buluşarak, Çal Köy’de yıkık bir evin avlusu içinde, Mehmetçiğin önünden kaçan katil ve câniler sürüsünü İzmir’e doğru takibine ve imhâsına karar verdiler. Atatürk, bu toplantı sonrasında Türk Ordusuna o meşhur tarihi emrini verdi:
Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!
1 Eylül Cuma günü başlayan takip, 2 Eylül Cumartesi günü Uşak’ta caniler güruhunun başıTrikopis ile yanında bulunan uşakları ve 6.000 kişilik çapulcu sürüsünün esir alınmasıyla sonuçlanır.Trikopis, başkumandanlığa tayinini ATATÜRK’ün huzuruna çıkartılınca öğrenir.
Türk Ordusu Akdenize, Marmara’ya doğru akıyordu. Mehmetçik; bir boran, bir tufan, bir sel olmuş, düşmanın kaçan artıklarını önüne katarak çiğneyip geçiyordu…
4 Eylül’de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt.
5 Eylül’de Bilecik, Bozüyük, Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli.
6 Eylül’de Akhisar, Balıkesir.
7 Eylül’de Aydın.
8 Eylül’de Kemalpaşa (Nif) ve Manisa düşmandan temizlenir. İstiklâl Savaşının Başkomutanı Atatürk, geceyi Kemalpaşa’da geçirir.
9 Eylül’de Şanlı Türk Ordusu güzel İzmir’e girer. Düşman denize dökülmüştür.
15 günde 450 kilometreyi bulan bir mesafe geçilmiştir. Düşmanın kaçarken ateşe verdiği İzmir’e, 9 Eylül 1922 sabahı sevgi ve alkış tufanı içinde giren şanlı ordumuzun zaferini bütün dünya şaşkınlık ve hayranlık içinde izliyordu. Sabuncubeli’nden geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e ilerlerken solundan 1. Tümen de Kadifekale'ye doğru yürüyordu. Bu Tümenin 2. Alayı, Tuzluoğlu Fabrikasından geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Yüzbaşı Şeref Bey Hükûmet Konağı’na, 5. Süvari Tümeni’nin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık Dairesi’ne, 4. Alay Komutanı Reşat Bey’de Kadifekale’ye Türk Bayrağını çekiyordu.
Başkomutan Atatürk, İzmir’in kurtuluşunu Belkahve’den seyrediyordu. Kocatepe’de şimşek gibi parıldayan o mavi gözler; muzaffer orduyu, İzmir’in ufuklarını, Adalar Denizi’ni, tâ öteleri süzüyordu... Ulu Önder, 10 Eylül’de Hükûmet Konağı’ndan Türk İzmir’in yiğit ve yaralı halkını selamlıyordu. Mensubu olmakla iftihar ettiği Türk Milleti’nin bu coşkulu halkının yüksek tezahüratına, elini kalpağının yanına kaldırarak askerce selâm veriyordu! İstiklâl Savaşı, mazlum milletlere ilhâm kaynağı olmuştu…
Türk Kılıcı, zalimlerin kirli emellerini ebediyyen yok etmişti. Dört bir yanı gül goncası olan aziz Türk Vatanı, ayrık otlarının istilâsından temizlenmişti. Dağlar, ovalar, tarlalar, bahçeler, çayırlar… yeniden süsleniyor, güller ve gelincik çiçekleri boyun büküp, vurulup düşen Mehmetçiğin göğsünün üstünde, yanağının altında ve avuçlarında, şehitlik nişanı olarak, al kanıyla buluşuyordu… Gül; sevginin, huzurun, sadeliğin, özleyişin sırlarını taşırdı... O sır Türklere, zalimler karşısında elinde tuttuğu “Kılıç” ile açılmıştı... Kılıç ve Gül, Ay ve Yıldız, Toprak ve İnsan arasında meydana gelen ilişki, taşıdığı yüksek anlamların değer kazanmasıyla gelişiyordu...
Şair’in, Bayrak ve Vatan kavramlarını, kelimelerin yüreğine indirerek mısralarında yücelttiği gibi:
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır!
Mithat Cemal Kuntay
Atatürk, Büyük Türk Utkusu'nun müjde ve mutluluğunu soylu Türk Milleti ile paylaşıyordu. İzmir’den bütün yurda ve dünyaya şu kutlama duyurusunu gönderiyordu:
Büyük ve Necip Türk Milleti!
Anadolu’nun kurtuluş zaferini tebrik ederken, Sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından Ordularının selâmını da takdim ediyorum.
12 Eylül 1922
Bütün Türk Dünyası, İslâm Âlemi, diğer esir ve mazlum milletler, bu büyük zaferin sevinciyle kutlamalar yapıyordu. 20. asrın bu ilk çeyreğinde, Avrupanın ve Dünyanın bütün sömürgeci devletlerinin oyunları bozulmuş, Türk Milleti’nin bağrından çıkan Kahraman Ordusu, düşmanı mağlup ederek, yeryüzünde tekrar, yeniden büyük bir saygınlık kazanmıştı.
Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bu büyük zaferi şöyle anlatıyordu:
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât, Türk Ordusu’nun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha belirleyen çok büyük bir eserdir.
Bu eser, Türk Milleti’nin hürriyet ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri meydana getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan sonsuza kadar mesut ve bahtiyarım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî felâketlerin meydana getirdiği uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk Gençliğine emânet ediyorum. (Nutuk)
Büyük Zaferin 92. Yıldönümü Büyük Türk Milleti’ne ve O’nun Şanlı Ordusu’na Kutlu olsun!
Bize Bağımsız Türkiye’yi armağan eden Ulu Önder Atatürk’e, silah arkadaşlarına, şehit ve gazilerimize Allah rahmet eylesin! Ruhları Şâd Olsun!...
 
Ölmez bu vatan, farz-ı muhâl, ölse de hattâ,
Çekmez kürrenin sırtı o tabût-ı cesimî.