Ankara için bilet alındı. Dayım bizlere birer simit alarak:
“Şu otobüse  binin ben geliyorum.”dedi.
Daha sonra dayım geldi, Ankara yolculuğu başladı. Yozgat’ı  çıkarken:
 “Çocuklar, bakın  dul!... Annenizi evleneceğim diyerek kandırarak namusunu  kirletip ,daha sonrada Anneniz o adamı silahla vurarak hapse düşerek yattığı cezaevi  burası.” diyerek parmağıyla gösterdi. Küçük pencereli, taştan yapılmış bir bina, önünde nöbetçi askerler dolaşıyor...
Hapishane avlusu güneye bakar,
Engindir penceresi  yüreğimi yakar...
Evet.. Yüreğimiz yanıyordu.. Bizleri Ankara’ya götüren araba bizim Köyün arabasına hiç benzemiyordu.
Otobüsün içinde tavuk, kaz sesleri yok, sağından solundan gacur gucur sesler gelmiyordu. İnsanlar hiç konuşmuyorlar.
Yolculuğumuz biraz ilerleyince kardeşlerim uyumaya başladılar. Ben dayıma yolculukla ilgili sorular soruyorum, sohbet ediyoruz. Dayım arada bir içini çekiyor, dışarıyı seyredip dalıyordu.
Ankara... Evet biz hep orada mı kalacağız? Ya Köyümüz, Annem... Ne  yapacağım, bilemiyorum. Kimse de bir şey demiyor. Allah hayırlısını versin diyelim diyerek yolculuğumuz devam ediyordu. Kardeşlerim:
  “Abi, su..” diyerek uyandılar, Ankara’ya gelmek üzere olduğumuzu söyledi dayım. Kardeşlerimden birisi treni gösterdi. Treni hiç görmemiştim, ilk kez orda gördüm. Nefesimi tutmuş treni seyre daldım.
Evet ,Ankara’ya gelmiştik. Bizim oralarda dağ taş ekin tarlaları dolu. Buralar öyle değil, her taraf evlerle dolu... Şaşırıp kalmıştık. Bizleri Ankara’ya  getiren otobüsten inip, uyuşmuş bacaklarımızla hafif topallayarak evin yolunu tuttuk.    Bizleri evin önünde  dayımın hanımı karşıladı:
 “Vah yavrular, vah! diyerek. Eve girdik. Yengem yemek hazırladı. Yemekten sonra istersek balkona çıkabileceğimiz söylendi. Dayımın ev yüksek bir tepede olduğu için geniş bir alan ve tren yolunu seyredebiliyorduk, Bizler de balkona çıkıp görebildiğimiz yerleri seyre daldık.
Günler, haftalar... derken Annemin mahkeme günü yaklaştı. Dayım: “Çocuklar, sizleri Yozgat’a götüreceğim.
Annenizi görürsünüz, daha sonra kardeşleriniz
Yudan’da diğer dayınızın yanında okula gidecekler. Abiniz’le ben Ankara’ya döneceğiz, Ona  bir iş buluruz çalışır.” diyerek saçlarımızı okşuyordu.
    Bu arada hazırlıklarımız yapıldı. O uzun yolculuk için yengemle vedalaşıp ayrıldık. Kardeşlerimle birlikte bu yolculuğa çok seviniyorduk.Çünkü Annemizi görecektik. Neşeli geçen yolculuktan sonra Yozgat’a geldik. Dayım: “Burada bir hala oğlu var, önce ona gidelim, sonra Annenizin yanına gideriz dedi.
 Dayımlar!...Annemin mahkemesine gittiler.
“Yarın görüş günü, Annenize de yarın gideriz dediler.”
Bana Ankara’da verilen harçlıkları tekrar saydım, onları Anneme verecektim. Çünkü daha önceleri hep öyle yapıyordum.
Ertesi gün oldu. Kalabalık bir şekilde hapishaneye yürüyerek gidiyorduk. En önde ben gidiyordum, bir taraftan da çabuk olun der gibi hareketler yapıyordum. Onlar bana:
“Yeğenim, oğlum yavaş ol!”
diyorlar. Ben hiç aldırmadan:
“Daha yolumuz var mı? ”diye soruyordum. Uzun ve telaşlı yolculuğun sonunda hapishaneye geldik. Koşarak kardeşlerime! gelip, Annemizi görünce ağlamamalarını söyledim.
Hapishanede kadınların bulunduğu tarafa geçtik.
Hapishanenin bahçesinde büyük bir ağaç var. Kadın mahkumlar ağacın gölgesinde oturuyorlar. Annemi de aralarında gördüm. Ona doğru Anne!...diye bağırarak koştum, boynuna sarıldım. Kardeşlerim de geldi. Bir yumak oluşturduk, Annem ağlıyor. Bir taraftan da bizleri sık sık öpüyordu. Bir ara kafamı kaldırıp etrafa baktım, nöbet tutan askerlerde göz yaşlarını silerek bana el sallıyorlardı . Bizlere:
 “Ağlamayın, yeter...” diyerek ayırdılar. Ben hemen paramı çıkarıp Anneme uzattım. O da: “Sen artık kocaman adam oldun, o paralar sana lazım olur.”diyerek, biraz da kendi parasından çıkarıp bana verdi.
Bu güzel buluşmamız fazla sürmedi, çünkü ziyaret saati dolmuştu. Kucaklaşıp, birbirimizi öptükten sonra oradan ayrıldık. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştım. Annemi sağlıklı ve rahat görmüştüm. Kardeşlerimi dayımla birlikte Yudan’a gönderdik. Ben ortanca dayımla Ankara’ya geri döndük.
Beni mahalledeki marangozun yanına çırak olarak verdiler. Sabah erkenden marangoz atölyesine gidiyorum, her tarafı pırıl pırıl temizliyorum, takımları yerlerine düzgünce dizip, ustaların gelmesini bekliyordum.
Çok dikkat etmeliydim, ustamın gözüne girip, iyi bir usta olmalıydım. Çünkü Rahmetli babam böyle istemişti.Her gün işe gidip geliyorum, fırsat buldukça mahallemizdeki çocukların arasına karışıp onlarla birlikte oyun oynuyordum. Çocukların bazıları, “yamalıklı pantolonlu...” diye benimle dalga geçiyorlardı. Halbuki Köydeki kızlar  bana  “pantolonundaki yamalık negüzel olmuş.” diyorlardı.
Bu şehrin Çocuklarını anlayamıyordum.Çocuklarla oyunumuza devam ederken bir teyze elinde bir pantolonla yanımıza gelerek:
“Bunu sana versem giyer misin? ”dedi. Ellerini öperek pantolonu alıp koşarak eve gittim.
Günler zor da olsa hızla geçip gidiyor. Memlekette Seçim!... olmuş. Yeni kurulan hükümet af kanunu çıkarmış, Annem de bu kanundan yararlanabilirmiş. Lakin, mahkemesi sonuçlanmadığı için tutukluluğu devam ediyor.
Nihayet, beklediğimiz o mahkeme günü geldi.
Ustamdan izin alarak dayımla birlikte Yozgat’a gittik.
Köyden kardeşlerim de gelmişlerdi. Gözlerimin içi gülüyordu. Annemin mahkemesi tamamlanıp tahliye olması gerekiyormuş.
Şükürler olsun Mevla’ya beklediğimiz gibi olmuştu. Annem tahliye oldu ve ona kavuşmuştuk.
Kardeşlerim, Annem, dayım... derken kalabalık
bir şekilde Ankara’ya geldik. Dayımın ev birden
kalabalıklaştı. Komşular, akrabalar... Misafirler dolup taştı. Misafir dedim de, aramızda bir de küçük bir misafir!... var ve hep ağlamakla meşgul. Annemin silahla vurduğu kocasından hamile kalır, hapishanedeyken doğum yapar, bize bir kız kardeş daha katılır. Doğum için gittiği hastanede görevli hemşireler küçük kıza “Kader” ismini koyarlar.
Kendi kaderimizi unutmuş, kardeş Kaderle ilgileniyoruz. Geçmişteki o sıkıntılarımızı  unutmuş, Kaderle yatıyoruz, Kader’le kalkıyoruz.
İşler yoluna girmiş, her şey güzel, gidiyor gitmesine de el el üstünde oluyor, ev ev üstünde olmuyor.
Dayımın evi küçük, bir de bizim kalabalığımız, dayımı da bizi de zora sokuyordu. En kısa zamanda Anneme bir iş ve bir kiralık ev bulunmalıydı ve öylede oldu.
Ev bulundu. Annemin hapishaneden getirdiği yatak yorgan, konu komşunun verdiği kap kacakla yeni evimize taşındık. Yeniden bir yuva!... kuruldu. Kullanacak eşyaları olmasa da hep bir  arada olmanın verdiği mutluluk yetiyordu. İş yerinde tahta parçalarıyla yaptığım oyuncakları, sıkılmasın diye Kader’e getiriyor, oynamasını sağlıyordum.
Annem işe gittiği için çok ağlıyor, kardeşlerimi de zora sokuyordu. Kader de acılara alışmaya başladı, alışmak zorundaydı.
Kış geldi. Ben iş yerinden talaşla, odun getirdim. Sağ olsun, dayımda kömürümüzü aldı. Her şey yolunda gidiyor derken, Kader hastalandı.
Hastalanır tabi ki... Sabah biz işe, kardeşlerim de okula gidiyor. Öğlene kadar soğuk evde, altına çiş yapar, ağlayarak öğlen gelecek abla ve ağabeysini bekler. Kardeşlerim öğleyin okuldan gelir, sobayı yakar, Kader’le ilgilenirler ama yeterli değil. Doktora götürdük, çok geç kaldığımızı, zatürreeye yakalandığını söylediler.
Doktorun verdiği ilaçlan kullandık ama boşuna. Kader yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etti...
Kader!.. dünyaya geldiğinde, nüfus kütüğüne kayıtsız gelip, kayıtsız olarak ahrete göçtü gitti.
Rahmetli, nur içinde yatsın Anneannem, yani ebem derdi ki:
"Derdinize yanarken akıllı yanın, dert inceliğneyle giriyor  çuvaldız olarak büyüyüp iz yaparak çıkıyor.”
 Selam ve dua’larımla.